İman Yolculuğu

İslam'dan Mesih'e Dönüş1

Masud Masihiyyen

Müslüman bir ailede doğdum; ancak İslam dinine olan kişisel ilgime sadece annem destek oldu. Babam Müslüman olmasına rağmen camiye yılda sadece iki kez (bayram namazı için) giderdi. Onun Kur’an’ı Arapça okumasına nadiren tanık oldum. Yine de tüm Ramazan ayı boyunca oruç tutmak için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Babama kıyasla annem daha dindar sayılırdı; ancak sağlık sorunlarından dolayı dinî görevlerini yerine getiremiyordu. Buna rağmen sık sık Kur’an okur ve Kelime-i Şahadet’i (İslam’ın temel cümlesi) tekrarlardı. Diğer yandan ablam Müslüman olmakla övünürdü; ama her nasılsa İslam inancını uygulamazdı.

Başlangıç ve Araştırma Dönemi

Mesih ile ve Mesih için iman yolculuğum yaklaşık on yaşındayken başladı. Okulum dönem tatiline girdiğinde bir akrabanın evinde kalırdım. Bu akrabamızın sıklıkla seyahat eden ve neredeyse tüm Avrupa ülkelerini görmüş bir oğlu vardı. Bu gezileri sırasında tanıdığı kişilerden aldığı hediyelerle küçük bir koleksiyon yapmıştı. Bu koleksiyonda ilgimi çeken küçük bir haç da vardı. Bu haçın ne anlama geldiğini merak edip sorduğumda akrabamızın oğlu bana İsa peygamberin öyküsünü kısaca anlatmıştı.

Mesih’e iman etmem ne birdenbire gerçekleşti, ne de sorunsuz bir şekilde gelişti; benim zayıflıklarım ve yenilgilerim doğrultusunda pek çok farklı aşama ve acı dolu durak içerdi. Hristiyan inancında büyümem zaman aldı; çünkü Tanrı iman edip Hristiyan olarak yaşamaya başlamam için en uygun zamanı belirlemişti.  

İslam dinine olan ilgime rağmen, hiçbir zaman Cuma namazlarına katılmadım. Bunun en önemli sebeplerinden biri aşırı derecede çekingen ve utangaç olmamdı. Yine de sık sık Kur’an okurdum ve birkaç yıl düzenli olarak günlük (5 vakit) namaz ibadetini gerçekleştirdim. Ayrıca Ramazan ayında oruç da tutardım. Henüz çocukken bile din, ilgimi çeken kavramların başında geliyordu. İslam’da peygamber kıssalarını ve erenlerin kutsal hikayelerini dinlemekten büyük zevk alırdım. Tüm peygamber kıssaları içinde en çok İsa ile ilgili olanları severdim. İsa’nın hayat hikayesine duyduğum ilgi, Kur’an’ın 19. Suresini (Meryem Suresi) defalarca okumamı sağladı.

O zamanlar bir Kiliseye gitmeyi hiç düşünmemiş olsam da, bir gün tesadüfen televizyondaki Yunan kanalında yayınlanan bir ayini gördüm. Her nasılsa ve ayinden tek bir kelime bile anlamamama rağmen bu tecrübe tarafından büyülenmiş olarak son derece tuhaf bir şekilde ayindeki papazın hareketlerini taklit etmeye başladım. Oyuncaklarımdan haç yapıp avazım çıktığı kadar bağırıyor ve Yunanca kelimelere benzer uydurma sözcükler söylüyordum. Aynı dönemde ilk kez Hristiyanlık hakkında bilgi sahibi olmak istedim ve nerdeyse gördüğüm herkese Hristiyan inancı hakkında soru sormaya başladım. Yine de sorularıma istediğim yanıtları alamadım; çünkü soru sorduğum bazı kişiler Hristiyan inançlarını anlatmak yerine Hristiyanların ne yaptığından bahsettiler. Bazı kişiler ise (saygı duyduğumuz yaşlı akrabalar) tek gerçek Kur’an’da olduğundan Hristiyan inançlarını öğrenmenin gereksiz ve değersiz olduğunu söylediler.

Kur’an’ı ne kadar çok okuduysam, aklımda da o kadar çok soru işareti belirdi ve bu sorular beni rahatsız etme noktasına geldi. Kur’an’da iki büyük Sure, İsa’nın mucizevî doğumunu anlatıyordu; ancak çarmıhın Hristiyan inancında nasıl ve niçin bu kadar büyük bir önem taşıdığını ve inancın vazgeçilmez parçası olduğunu açıklayan tek bir Kur’an ayeti bile yoktu neredeyse. İzlediğim bazı filmlerde İsa çarmıha gerilmiş olarak gösteriliyordu; oysa Kur’an bunu, olay hakkında okuyanın aklına daha çok şüphe düşüren tek bir ayetle reddediyordu. Okulda danıştığım bir İslam profesörü (din öğretmeni) Kur’an’da Peygamber İsa’nın mucizevî doğumu hakkında uzun ve detaylı bir anlatım verildiğini, çünkü Hristiyanların bu ilahi mucizeyi yanlış yorumlayıp İsa’nın Tanrı olduğu öğretisi için kullandıklarını söyledi. Buna karşı Kur’an, çarmıhın İsa’nın yaşamındaki önemi konusunda nerdeyse tamamen sessiz kalmıştı; halbuki çarmıh Hristiyan inancında İsa’yı temsil eden temel semboldü. Bu son derece tuhaftı. (O dönemde Hristiyanların İsa’nın dirilişini kutladıklarını bilmiyordum.)

13 yaşıma geldiğimde ortaokula giderken din dersi aracılığıyla Hristiyanlık konusunda daha fazla bilgi sahibi olma fırsatı yakaladım. Dinlerin karşılaştırmalı analizi, bizi İslam’ın gökten gelen ilk ve tek din olduğuna ikna etmeye yönelikti. Tüm peygamber ve elçiler İslam dinini vaaz etmek için gönderilmişlerdi ve son peygamber Muhammed, İslam dinini mükemmel bir şekilde ve bir daha değiştirilme ihtimali olmadan kalıcı olarak kurmuştu. Öğretmenime Kur’an’ı okuduğumu ve Kur’an’a göre Tanrı tarafından gönderilmiş diğer kitapları da (Tevrat, Zebur ve İncil) okumak istediğimi söylediğimde, öğretmenim bana bunun imkansız olduğunu çünkü Yahudi hahamlarının ve Hristiyan papazlarının İslam’dan çok önce Tanrı’nın gönderdiği kitapları bozup değiştirdiklerini bildirdi. İlk başta bu tür bir argüman bana mantıksız veya saçma gelmedi; ancak öğretmenimin sonradan söylediği şeyler bende hem merak duygusu hem de şüphe uyandırdı. Öğretmenime göre, İsa Peygamber Allah tarafından göğe kaldırıldıktan sonra Hristiyanlar Onun öğretilerini kaybetmişlerdi ve pek çok kişi İsa’ya indirilen kitabın sahte kopyalarını yazmıştı. İnsanlar bu farklı kopyalardaki çelişkilerden dolayı hangi kitabın gerçek İncil olduğunu anlayamadıklarından papazlar bir konsül toplayıp yüzlerce farklı İncil metni arasından şu anda okunan dört İncil’i seçmişlerdi. Bu öykü bana oldukça saçma geldi; zira bir Hristiyanın bu konsülden habersiz olması ve de haberdar olduktan sonra Hristiyan kalması imkansızdı!

Hristiyan inancına olan ilgim günden güne artıyordu; din bilgisi öğretmenim ise bana İncil’deki çelişkileri gösteriyor ve Hristiyan inanç ve kutsal yazılarına güvenmemem gerektiği konusunda öğütler veriyordu. Bir gün ders arasında Hristiyan inançları hakkında eleştirel bir konuşma yapma ve İncil’in güvenilmez olduğunu bir örnekle gösterme fırsatı buldu. Söylediğine göre, Hristiyanlar İsa’yı Tanrı’nın Oğlu olarak adlandırıyorlardı; oysa kabul ettikleri dört İncil metninden ilkinin daha giriş bölümünde bu temel doktrin ile çelişecek biçimde İsa’nın Yusuf Oğlu olduğu söyleniyordu. Sınıfta olan bazı arkadaşlarım başlarını sallayıp gülümseyerek öğretmenin dediğini doğruladılar; oysa öğretmenin sözlerine benim verdiğim yanıt herkesi şaşırttı: “Bu konuda Hristiyanlara danışmalı ve onlara sormalıyız; sözünü ettiğiniz çelişki hakkında mutlaka güzel bir açıklamaları vardır”.

Bir Müslüman olarak Hristiyanlığı alternatif inanç görmemi ve incelememi sağlayan gerekçelerden biri de Kur’an’ın, geçmiş peygamberlerden biri olarak tanımladığı İsa’yı fazlasıyla övüp yüceltmesiydi. Kur’an’a göre İsa; Allah’ın Kelimesi, Allah’tan gelen bir Ruh ve tek Mesih’ti. Hayatının tamamı, onu diğer peygamberlerden farklı kılan mucizeler üzerine kuruluydu. Kur’an’da Allah’ın İsa’ya çamurdan kuş yaratma izni ve yetisi verdiği bile yazılıydı. Tüm bu ayırt edici özelliklere rağmen, İsa’nın sadece bir peygamber olduğu ve görevinin de İsrail ile sınırlı olduğu iddia ediliyordu. Dahası, Kur’an’da Hristiyanlar peygamberlerini Tanrılaştırmak ile suçlanıyorlardı; ancak bu tür bir Tanrılaştırma eylemi için açık bir neden belirtilmemişti. Makalelerini okuduğum bazı Müslüman yazarlara ve ilahiyatçılara göre, Hristiyanlar İsa’ya aşırı derecede sevgi ve saygı gösterdikleri için Onu yanlışlıkla yarı-Tanrı’ya dönüştürmüşlerdi. Yani, İsa’nın Tanrı olduğu öğretisi, Ona inananların abartılı saygılarından kaynaklanmıştı.  

İsa’nın Tanrılığı konusunda Hristiyan doktrinlerini araştırdığımda büyük hayal kırıklığına uğrayıp İslam inancımın sarsıldığını hissettim. Her şeyden önce, İsa’nın bir yarı-Tanrı’ya dönüştürüldüğü yolundaki İslam hipotezini destekleyen tek bir Hristiyan öğretisi bile yoktu. Hristiyanlığa göre İsa yarı-Tanrı değil, gerçek Tanrıydı! İkincisi, Peygamber olarak da adlandırılan İsa’ya neden tapınıldığı sorusuna Hristiyan teolojisi mükemmel bir şekilde yanıt verebiliyordu. Müslüman ilahiyatçıların “İsa’nın basit bir insanken saygı yüzünden Tanrı’ya eş kılındığı” iddialarının tersine Hristiyanlık, Tanrı’nın insanlara olan sevgisi ve onları kurtarma isteğiyle kendisini insanlara eşit kıldığını öğretiyordu. Son olarak, Kur’an’da İsa’ya atfedilen bazı belirsiz ve yoruma açık terimler (örneğin, Allah’ın Kelimesi) İsa’nın Tanrısal kişiliği ile ilgili temel Hristiyan öğretisi sayesinde çarpıcı bir şekilde anlam kazanıyordu. Hristiyan teolojisinde İsa’nın Tanrı ile aynı özde olduğu öğretiliyordu; çünkü İsa, Tanrı’nın yaratılmamış ve ebedi  bilgeliği ve Sözü olup tüm yaratılışın ortaya çıkmasına aracılık etmişti ve doğal olarak yaratılanlardan önce var olduğu için bir yaratık olamazdı.

İslam’ın İsa’nın Tanrılığına olan muhalefeti, Kur’an’ın neden İsa’nın Tanrı’ya özdeş olduğunu söyleyen Hristiyan öğretisinden rahatsızlık duyduğu yolundaki temel soruya yanıt vermemi sağladı. Kur’an, İsa’nın Tanrı olduğunu reddetmiş ve O’nun belirli bir bölgeye gönderilmiş bir peygamber olduğunu belirtmişti; bunun sebebi ise İslam inancının monoton ve tekrara dayalı bir peygamberlik sistemini savunmasıydı. İslam, Allah tarafından gönderildiği söylenen tek gerçek dinin adıydı. Kur’an’da adı geçen peygamberler kendi halklarına İslam dinini vaaz etmişler ve onu gerçek bir inanç sistemi olarak kurmaya çalışmışlardı. Her nasılsa, peygamberlerin bu dünyadan ayrılmasından hemen sonra gerçek dinden sapmalar ve ayrılmalar kaçınılmaz olmuştu; bu ise İslam’ın Muhammed’in gelişine kadar yeryüzünde kalıcı bir şekilde kurulmasını imkansız hale getirmişti. Sadece Muhammed’in diğer tüm peygamberlerin yapamadığı şeyi (İslam’ı yeryüzünde kalıcı olarak tesis etmek) yaptığı yönündeki İslam öğretisi benim için son derece yanlış ve sorunluydu; çünkü bu inanış Muhammed dışındaki tüm peygamberi ve elçileri beceriksiz ve aciz (zavallı) dinsel figürlere dönüştürüyordu.

Buna ilave olarak, İslam dışındaki bazı dinlerin (Yahudilik ve Hristiyanlık) kutsal metinlerinin güvenilmez olduğu yolundaki geleneksel görüş, peygamberlerinin ölümünden sonra Tanrı’nın kendi kitaplarını ve mesajlarını umursamadığı iddiası üzerine kuruluydu. Allah, insanlara açıkladığı gerçekleri korumak yerine, bazı kötü niyetli kişilerin tahrifat çalışmalarından dolayı aynı mesajı defalarca göndermek zorunda kalmıştı. Buna karşı, Hristiyan teolojisinde Tanrı, kendi sözünü korumayı başarmıştı ve daha önce açıkladığı gerçeklerle (Eski Antlaşma) İsa aracılığıyla ilan ettiği gerçekler (Müjde) arasında hiçbir çelişki veya kopukluğa izin vermemişti. Başka bir deyişle İslam, Muhammed’in gelişine kadar Tanrısal gerçeklerin ilanında engellenemez bir sapma yaşandığını ve Tanrısal sözün hep sekteye uğradığını iddia ederken, Hristiyan inancında Tanrısal açınlamanın sürekli olduğu, gelişme gösterdiği ve insan bedenine bürünen Mesih aracılığıyla mükemmelliğe eriştiği öğretiliyordu. Kısacası, Hristiyan doktrinleri bu konuda oldukça tutarlıydı.

İlk İman Deneyimi

O zamanlar Hristiyanlık konusunda yaptığım basit ama şevk dolu araştırmalar Hristiyan inançlarını nesnel olarak anlatan bazı ansiklopedileri ve “İbrahim’e dayalı 3 büyük din” arasında kıyaslama yapmayı sağlayan bir takım kitapları okumaktan ibaretti. Yine de Hristiyan ilahiyatı konusunda bilgim eksikti; çünkü Hristiyan kutsal yazılarına erişme ve onları okuma imkanım olmamıştı; ta ki kuzenlerimden biri bir gün okul projesi için benden yardım isteyene ve onunla kitapçıya gitmem için beni ikna edene kadar. Kuzenimle buluşup ikinci el kitapların satıldığı küçük bir dükkana gittik. Gözüm, raflardan birinde tozla kaplı duran ince bir kitaba takıldı. Elime alıp tozunu sildiğimde onun Markos İncili olduğunu gördüm! Kendimi, köşeyi döndüklerinde uzun yıllardır görmedikleri akrabalarını göreceklerini bildikleri için büyük sevinç ve coşku yaşayan insanlar gibi hissettim. Kitabı okumak için sabırsızlığım en üst düzeyde olduğundan neredeyse ayaklarım yerden kesilmişti. Mümkünse eve uçarak gitmek ve Markos İncilini, yani Müslümanların iddialarına göre 325 İznik Konsülü’nde seçilen ikinci İncil’i bir an önce okumak istiyordum.

Aynı gün Markos’a göre İncil’i tam üç kez okudum. Açıkçası, Kur’an ile kıyaslandığında ne kadar ince olursa olsun, bu İncil metnindeki pek çok şeyi anlayamadım. Garip bir şekilde, anlamadan çok okuma eylemine öncelik verip İncil’de yazılanları okuyup neredeyse büyük bir kesinlikle kabul etmeye hazırdım. Kız kardeşime İncil’in ilk cümlesini okuduğumda hemen tepki gösterip İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olamayacağını, çünkü Tanrı’nın bölünmez olduğunu söyledi. O sırada İncil metninde İsa’nın niçin Tanrı’nın Oğlu olarak adlandırıldığını tam olarak açıklayamadım. Kız kardeşime yanıt olarak “Oğul sözcüğünün Tanrı ile İsa arasında ruhsal bir birliktelik ve bağlantıya işaret ettiğini ve cinsel anlam içermediğini” vurgulayan dipnotu okumakla yetindim. Bu açıklama kız kardeşimi susturmaya yetmişti; ancak yine de İncil’i okumak veya dinlemek istemediğini, çünkü onun Kur’an’dan farklı olarak sahte ve insanlar tarafından yazılmış bir kitap olduğunu iddia etti.

Markos’a göre İncil’i okurken, genelde ondaki anlatım tarzı ile Kur’an’daki anlatımlar arasındaki farklara odaklandım. İncil, diğer peygamberler ve elçiler hakkında birkaç ifade içerse de aslında temelde İsa ile ilgiliydi. Kur’an ise Muhammed’den önceki peygamber ve elçiler hakkında da detaylı anlatımlar içeriyordu. İkinci farklılık, İncil’de Yahudi inançları reddedilmediği halde Kur’an’da daha önceki inançların hatalarına ve inanç sahiplerinin gerçek öğretilerden sapmalarına vurguda bulunulması ve temel Hristiyan doktrinlerinin açıkça inkar edilmesiydi. İtiraf etmeliyim ki Markos’a göre İncil’de beni en çok şaşırtan şey, İsa’nın mucizevî doğumu hakkında hiçbir anlatımın bulunmamasıydı! Pek çok ayette İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğunun söylenmesine rağmen, İsa’ya verilen bu unvan ile O’nun bir bakireden doğumu arasında hiçbir bağlantı kurulmamıştı. Buna rağmen İncil, çarmıhın İsa’nın hayatındaki yerini ve önemini mükemmel bir şekilde açıklıyor ve İsa’nın niçin çarmıh ile temsil edildiği sorusuna yanıt veriyordu.

Markos’a göre İncil’i eski kitapçıdan satın aldığım haberi tüm aile fertleri tarafından duyulunca annem bana çok sert tepki gösterdi. Bunun sebebi annemin tutucu sayılacak ölçüde Müslüman bir inanlı olması ve sağlık sorunları yüzünden dinî görevlerini yerine getiremese de sık sık Kur’an okuması sonucunda Hristiyan inançlarına önyargılı yaklaşmasıydı. Markos’a göre İncil’i satın alıp incelediğimi en son duyan kişi babam oldu. Başta kızmak veya ilgisiz olmak yerine herkesi şaşırtır bir şekilde meraklı görünüp İncil’i okumak istediğini söyledi. O hafta sonu İncil’i okuyup bana geri verdiğinde yazılanlardan kesinlikle etkilenmediğini, çünkü bu kitabın İsa’yı sürekli mucize yapan bir nevi sihirbaz gibi gösterdiğini belirtti. İncil’deki öğretilerin güçlü veya cazip bir ideoloji içermediğini de sözlerine ekledi.

İncil okumak ile Hristiyan olunacağına inanacak kadar saf olduğumdan, yeni dinsel kimliğimi ilan etmek için balıklarıma Hristiyan isimleri vermeye başladım ve hatta ölenleri bir saksıya gömüp saksıları da tahtadan yapılmış küçük haçlarla bir tür Hristiyan mezarlığına dönüştürdüm. Bu yaptıklarım aileme çocukça ve gülünç geldiği için inanç değiştirmek konusunda benim ciddi olmağımı düşünüp korkularından sıyrıldılar. Yine de ilk Noel’imi kutlamak için yaptığım gizli planlar, ailemi din değiştirme olasılığıma karşı tedbir almaya yönlendirecekti.

Noel, ailemin kuzenlerimin aileleriyle bir araya geldiği bir güne denk gelince, iki kuzenimden ilk Noel kutlamama katılmalarını istedim. Bu öneriyi büyük bir memnuniyetle kabul ettiler; ancak bunun sebebi benim gibi Hristiyanlığa ilgi duymaları değil, gizli bir şey yapıp biraz macera yaşama istekleriydi. Gizli Noel kutlamamız (genelde yeme-içme ve eğlenme amaçlı) en iyi şekilde organize edilmişti ve her şey yolunda gitti; ta ki Noel arifesinin aslında bir önceki gece olduğunu öğreninceye kadar! Noel’in 26 Aralıkta kutlandığını zannederek yanılmıştım. Hayal kırıklığına ve kuzenlerimin benimle dalga geçmelerine aldırmadan aynı heyecan ve sevinç ile kutlamayı sürdürdüm. Bir parça ekmeği kırmızı şaraba bandırıp Markos’a göre İncil’den ezberlediğim birkaç Aramice sözcük eşliğinde yutarak kendimce bu dünyevî organizasyonuma ruhsallık eklemiş oldum.

İlk Denenme ve Yenilgi

Ertesi gün aileme ilk Noel bayramını büyük bir imanla kutladığımı ve böylece Hristiyan kimliğimi kanıtladığımı cesurca itiraf ettim. Bu itiraf ne yazık ki bir ay gibi kısa bir sürede imanımı bırakmama neden olacak zorlukların başlangıcı oldu. Anne ve babam bir tanıdıklarını bize davet edip adeta Hristiyan inançlarını yerden yere vurma oturumu düzenlediler. Misafirimiz tüm dinler hakkında bilgi sahibi olduğunu söylüyor; ama özellikle Hristiyan inancı üzerinde yaptığı detaylı araştırmaların sonuçlarını anlatıyordu. Bu kişi önce, Allah tüm insanlığın İslam isminde tek bir dine bağlı olmasını istediği için Hristiyanlık denen dinin göksel ve gerçek bir din olamayacağını savundu. Hristiyan öğretilerinin kaynağı ile ilgili sorularımı yanıtlarken İsa Peygamberin getirdiği İncil’i değiştirip yok etmekle ve kendi kafasına göre yeni bir din kurmakla suçladığı Pavlus adında bir adamdan söz etti. Kur’an’da bu iddiaları destekleyecek tek bir ayet bile bulunmadığını hatırlatarak onun iddiasına karşı çıktım. Savunmam, onun sesini yükseltip daha hararetli bir şekilde konuşmasını sağlamakla kalmadı, izlediği stratejiyi de değiştirdi. Orta Çağ Avrupa’sındaki yaşam koşullarına değinip o zamanki Hristiyanların temizlik kavramından yoksun olduklarını belirtti. İnsanların kültürel özelliklerini bir inancın öğretileriyle karıştırmamasını ondan kibar bir dille rica ettim. Son çare olarak Kur’an ile Markos’a göre İncil’i sehpanın üzerine yan yana koyup daha kalın bir kitap olduğu için Kur’an’ın daha güzel ve üstün olduğunu söyledi. Tam o anda iki büyük hata yaptım: Bir, misafirimizin çıkarımının mantıksız olduğunu belirttim; iki, Kur’an’ın aynı hikayeleri defalarca tekrarlaması sonucunda doğal olarak daha kalın olduğunu ve ayrıca düzenden yoksun olduğunu söyledim.

Bu sivri dilli savunma, anne-babam ve özellikle de beni dövmeye kalkan babam tarafından şiddetle reddedilip büyük öfke doğurdu. Babamın bu kadar kızmasının sebebi, onun saydığı yaşlı bir tanıdığımıza karşı küstahça konuşup saygısızlık etmem ve onların inanıp saydığı tek kitap olan Kur’an’a dil uzatmamdı. Kabul etmem için önüme iki seçenek konuldu: ya Hristiyanlık sevdasından vazgeçip yeniden Müslüman olacaktım; ya da sokağa atılacaktım. Henüz yaşım küçük olduğundan korktum ve çaresizliğe kapıldım.Gözlerimden yaşlar akarken Hristiyan inancından ayrılmaya ve İslam’ı eleştirmekten vazgeçmeye söz verdim. Ertesi gün babam sobada yakması için İncil’i ona vermemi istedi; bu şekilde verdiğim söze sadık kalıp kalmayacağımı deniyordu. Annem ise içinde İsa Peygamberin ismi bulunan bir kitabın yakılmasının günah olabileceğini söyleyip babamı bu girişiminden vazgeçirdi. Öfkesi hala tam olarak yatışmamış olan babamı, Hristiyan inancından ayrıldığıma ikna edebilmek amacıyla İncil’in çelişkilerle dolu bir kitap olduğunu söyleyip İsa’nın çarmıhtaki son sözlerini gösterdim. Çarmıhtayken İsa, Tanrı’yı babası olarak gördüğü halde son nefesini verirken “Tanrım, Tanrım; beni niçin terk ettin?” diye haykırmıştı. Verdiğim örnek işe yaradı ve İslam’a dönüş isteğim konusundaki şüpheleri ortadan kaldırdı.

Açıkçası, İslam’a dönmem dinsel görevleri yeniden uygulamaya başlamam anlamına gelmedi. Bir daha ne Kur’an okudum ne de günlük namaz ibadetini icra ettim. İnancımın yerini İslam dolduramadığı için iman konusunda büyük bir açlık duymaya başladım. Bu ise beni yeni bir din kurma girişimine teşvik etti! Ne Hristiyan ne de Müslüman olacaktım; ancak yeni ve rakip bir dinin ilk takipçisi ve peygamberi olabileceğimi düşündüm. Yeni felsefemin ne tür özelliklere sahip olması gerektiği konusunda düşüncelere dalıp farklı pek çok dindeki inançları bir araya getirdim. Yeni inancım için dinsel bayramlar ve kutsal bir kitap uydurma konusunda oldukça hızlıydım. Bir gece yarısı babam yeni dinimin kutsal yazılarına ait karalamalarımı keşfedip de beni akıl hastanesine göndermekle tehdit edince, bu saçma düşüncelerim ve hayallerim aniden son buldu.

İmana Dönüş, İkinci Denenme ve Yenilgi

Birkaç ay sonra babam ile birlikte Ramazan ayında oruç tutmaya başladım. Yine de Hristiyanlığa olan ilgime karşı koyamıyordum. Bazı geceler rüyamda İsa’nın Yargı Günü için gökten indiğini görüyordum. Lisenin ilk yılında din dersinde karşılaştırmalı dinler projesinde Hristiyanlığın sunumunu yapmak için gönüllü oldum. Öğretmenim, benim çabalarıma ve başarıma hayret etti. Yaptığım sunum Hristiyan öğretileri konusundaki merakımı daha da arttırdı. Ziyarete gittiğim akrabalarımın evinde bile çeşitli ansiklopedilerden bilgi edinmeye devam ettim. Kimse sadece Hristiyanlık ile ilgili sayfaları okuduğumu bilmediği için başlangıçta herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Yine de yeniden Hristiyan olma isteğimi engelleyemedim ve ikinci kez ailemin tepkisiyle karşılaştım. Annem, benim Müslüman kalmamı istediğini söyleyip bunun onun benden son isteği olabileceğini, çünkü hastalığının ilerlemesi sonucunda bir an önce ameliyat olması gerektiğini ekledi. Bu haber beni derinden sarsıp çok üzse de hayatımda ilk ve büyük ihtimal son kez bir Kilise ayinine gidip şehrimdeki Hristiyanların Pazar günleri nasıl ibadet ettiklerini görmeyi arzuladım. Bir hafta sonu uykumdan feragât edip ve sağanak yağış altında Kiliseye gidip ana kapının önünde korku ve sevinç karışımı duygularla beklemeye başladım. Ne yazık ki kapı bir türlü açılmadı; zira ben kapıya ayin saatinden çok uzun zaman önce gitmiştim. Yağmur şiddetini arttırırken yapabildiğim tek şey eve dönmek oldu. Kiliseye ilk ziyaretimin zamanı henüz gelmemişti.

Annem, ameliyatı için kendisini doktorların eline teslim etmeye karar verinceye kadar çok sıkıntılı zamanlar geçirip adeta bunalıma düştüm. Bir gün uzak bir akrabamız, annemi görmeye geldiğinde benimle özel bir konuşma yapmak istediğini söyledi. Bu akrabamız psişik güçleri olan bir tür falcıydı. Benimle yaptığı görüşme oldukça ürkütücüydü; çünkü bunalımda olmamı İslam’dan çıkma isteğime bağlayıp benim Hristiyan dinine mensup cinler tarafından bağlanmış olabileceğimi belirtti. Yaşadığım bunalım ve bu görüşme sonucunda duyduğum korku, inancıma ikinci kez ihanet etmeme ve baskılara boyun eğmeme neden oldu. Tanrı’dan bana doğru yolu ve kurtuluşu göstermesini istedim ve hıçkırarak ağladım.

Kiliseye İlk Giriş

Annem, kısa süre sonra oldukça zorlu bir ameliyat geçirdi. Kız kardeşim ve babam çalıştığı için ben annemin ameliyatı döneminde teyzemlerde kalmaya başladım. (Ameliyat çok başarılı geçti ve annem ameliyattan 10 gün sonra eve döndü). Daha önce bir gün gecikmeyle Noel kutlaması yaptığım kuzenlerimden biri, doğum gününde bir parti düzenledi ve ben daha önce eski kitapçıya gittiğim kuzenimle birlikte partiye katıldım. Eve dönüş yolunda Kilisenin önünden geçerken kuzenim, kapının açık olduğunu söyledi. Özel bir tapınma sebebiyle açılmış olan Kiliseye girip içeriyi gezebildik. Kiliseye bu ilk girişim, Mesih’e ömür boyu bağlanışımın ilk adımını oluşturdu. Toplulukta karşı koyulmaz ve inkâr edilmez bir ışık, sevinç ve huzur görünce, imanımın henüz olgunlaşmamış çekirdeği filizlenmeye başladı. O toplulukta Mesih’in var olduğuna ikna oldum ve Mesih’e ulaşmak için başka bir inanca veya gerçeğe ihtiyaç duymadığımı anladım. Bu sefer Mesih’e olan bağlılık için doğru zaman nihayet gelmişti ve artık geri dönüş olmayacaktı. O hafta sonunda yapılan ayinde en önde duruyor, her şeyi dikkatlice izliyor ve beni “Mesih sempatizanı” olarak tanımlayan yaşlı bir bayanı takip ederek dua ediyordum.

Kiliseye gitmeye başlamam, iman hayatımdaki son durak olmayıp  pek çok duraktan biri haline geldi. 18 yaşın altında olduğumdan ayinlere katılmak için babamın izin ve rızasını almam gerekiyordu. Şaşırtıcı bir şekilde ve annemin tüm karşı çıkmalarına rağmen babam bir kağıt imzalayıp Kilisedeki törenlere katılmama izin verdi ve benim mutlu olduğumu görmekten büyük sevinç duyduğunu belirtti. Buna rağmen, minnet duygusuyla bilgece davranacak yaşta ve olgunlukta olmadığımdan, babamın iyi niyetini kötüye kullanmaya ve aşırılığa kaçmaya başladım. Çoğu zaman kendime hakim olamayıp İslam’ı ve Müslümanları acımasızca eleştirdim; bu ise tatsızlıklara, tartışmalara ve babamın dindirilmesi güç öfkesine yol açtı. Annem, bana karşı çıkıp beni baskı altına alması için babamı kışkırtsa da onun beni evden atma ve evlatlıktan silme isteğine sert tepki gösterdi. Babam bana her vurduğunda veya annem ve kız kardeşimin olaylara müdahale etmesine yol açacak şekilde benim boğazıma her sarıldığında Yeni Antlaşmadan bazı ayetler okur ve teselli ve direnme gücü bulmaya çalışırdım. Yaşadıklarımı, havarilerin Mesih’e olan imanlarından dolayı yaşadıkları sıkıntılara ve uğradıkları haksızlıklara benzetir ve onlarla benzer acıları paylaşmaya beni layık kıldığı için Tanrı’ya şükredip sevinirdim.

Gelişmeler, Vaftiz ve Sonrası

Üniversite sınavını kazanıp da okumak için ailemden ve şehrimden uzak kaldığımda iman hayatımda olumlu gelişmeler yaşamaya başladım. Ailemden uzak kalmam, anne-babamın beni özleyip bana olan sevgilerini gözden geçirmelerine yol açtı; bu ise Hristiyan kimliğimi kabullenmelerinde önemli bir etkene dönüştü. Üniversite eğitimimin ilk yılında sergilediğim büyük başarı ailemi mutlu edip onların yeni inancımla ilgili eleştirilerini azalttı. Aslında üniversiteyi kazandığım için babam annemden daha fazla seviniyordu; çünkü onun ailesinde üniversite derecesi alacak olan tek erkek üye bendim. Bu, hem babamın hem de onun babasının yıllardır hayalini kurduğu bir gelişmeydi.

Tanrı’nın yardımıyla gittiğim şehirde Kilise bulabildim ve kısa sürede vaftiz edildim. Başka bir deyişle, artık Kilisenin bir üyesiydim ve gerek söz gerek eylemde daha dikkatli olmam, mümkünse hiç hata yapmamam gerekiyordu. Mesih’in çağrısına ve bana verdiği kurtuluş kayrasına minnettar olmalı ve O’nun istediği yolda yürümeliydim. Ancak genç yaşımdan dolayı vaftiz sonrasında Mesih’i takip etmeye gerçekten layık olup olmadığımı sorgulamaya başladım. Bu sorgulama süreci elbette benim zayıflıklarımdan ve yaşadığım olumsuzluklardan kaynaklandı. Vaftiz sayesinde göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede sanki sihirli bir değneğin dokunuşuyla mükemmel bir insana dönüşeceğimi hayal edip yanılmıştım. İblis’in çalışmalarına ve ayartmalarına kolay bir şekilde boyun eğmem ve günaha düşmem beni Rabbin huzurunda yenilmiş ve yıkılmış bir inanlıya dönüştürdü. Bir gün, aynı günahı bir daha hiç işlemeyeceğime ve aynı hatayı tekrarlamayacağıma emin olmama rağmen yine günaha düştüm. Öylesine çaresiz ve üzgündüm ki dua bile etmek istemedim. Kutsal Kitabı odamda bırakıp televizyon izlemek için diğer odaya geçtim. Televizyonu açar açmaz duyduğum ilk cümle şuydu: “Baba, onları bağışla; çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar”. Tesadüfen açtığım kanalda Hristiyanlık hakkındaki bir film (ismini tam olarak hatırlayamadığım bir film; ancak İsa’nın elbisesi ve tövbe eden bir Gladyatör hakkındaydı) gösteriliyordu ve bu sahnede Mesih çarmıhta iken günah işleyen insanlık için dua edip Babasından af diliyordu. Bu tesadüfün aslında merhametli Mesih’in benimle iletişim kurmak ve beni yatıştırmak için seçtiği esrarengiz yollardan biri olduğunu düşündüm.

Mesih’in hayatımda aktif olarak yer aldığını gösteren tek olay bu değildi. Bir keresinde üniversitede okurken ailemden uzaktaydım ve çok hastalanmıştım. Yaşadığım başka sorunlar, durumumu daha da kötüleştirdi ve gece yarısı bir sinir krizi geçirdim. Hayattaki sorunlarla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum ve böylesine nankör ve zayıf bir günahkâr olduğum halde beni niçin çağırdığını Mesih’e sordum. Beni bu dünyadan alıp kurtarması için Mesih’e defalarca yalvarmamın ardından ağlamaktan ve bağırmaktan yorgun düşmüş bir halde uyuyakaldım. Uykumda odamın kapısının açıldığını ve beyazlar içinde bir adamın gelip ayaklarımın dibine oturduğunu gördüm. Daha önce hiç okumadığım ve duymadığım bir cümleyi alçak sesle söylüyordu: “Bu bedende yaşadıkça Rab'den uzaktayız. Gözle görülene değil, imana dayanarak yaşarız.”. Bunları söyledikten sonra, beyaz giysili adam benim ayaklarıma dokundu ve onun bana dokunduğunu hissedince korkarak ve sıçramayla uyandım. Bana fısıldanan cümlelerin Kutsal Kitap ayetleri olduğunu sonradan öğrendim (2. Korintliler 5:6-7). Rab her zaman benimleydi ve beni avutup yönlendirmek için yardıma geliyordu.

Biliyorum ki, iman yolculuğum Rab Mesih beni bu bedenden almaya karar verene kadar sürecek. Her şey çok zor ve hatta imkansız görünse bile, O bana doğru şeyleri yapmayı ve hayatın zorluklarını kabullenmeyi öğretiyor. Şu anda neysem, O’nun kayrası sayesinde öyleyim. O’nun varlığını düşünmek güç ve cesaret kazanmam için yeterli oluyor. İsmi ebediyen kutlu olsun! Umarım imanda olgunlaşmayı sürdürür ve O’nun çağrısına ve kurtarışına layık olabilirim. Amin.2

Dipnotlar

1 Bu yazı Masud Masihiyyen isimli yazarın iman tanıklığının Türkçe çevirisidir.

2 Bu metnin orijinali, answering-islam sitesinin İngilizce bölümünde mevcuttur.(*)